Kitabına “Kalbime koy başını doktor, nabzımı bırak” cümlesiyle başlıyor, Prof. Dr. İsmail Hakkı Aydın. Doktordan şikâyetçi hastalara alışkınız da bir hekimin meslektaşlarını sivri bir dille eleştirmesi nadirattan. Aydın ile check up ve ilaç çılgınlığını, özel hastanelerdeki ‘çok gerekli’ uygulamaları konuştuk.
‘Rabbim Beni Doktorlardan Koru’ adlı kitabınızda “Bırakın hastasının kalbine başını koyup onu anlamaya çalışan doktoru, hastasının nabzını tutan kaç meslektaşımız kaldı ki?” şeklinde bir cümleniz geçiyor. Nerede hata yapılıyor?
Son yıllarda tıp fakültelerine giren öğrenci sayısı arttı. Binde birlik dilime giren öğrenciler alınıyorken şimdilerde yüzde bire girenler alınıyor. Öğretim görevlilerinin yükü arttı. Eskiden 20 öğrenciyle ilgilenirken günümüzde bu sayı 50-100’e yükseldi. Haliyle verilen eğitimin kalitesi düştü. Bunu söylemekten imtina ediyorum ama geçmişte öğrenci imtihanlarında sorduğumuz soruları şimdilerde uzmanlara sormak zorunda kalıyoruz. Ayrıca teknolojik gelişmeler hasta ile doktor arasına mesafe koydu. Kaç doktor stetoskop taşıyor, hastasının nabzına, tansiyonuna bakıyor. Oysaki tıp fakültelerinde yıllardan beri her ne sebeple olursa olsun, muayeneye gelen herkesin ateşi, nabzı ve tansiyonunun ölçülmesi öğretilmekte.
Uygulamaya niye geçilemiyor?
Çünkü hastalar hastalık olarak görülüyor. ‘Beyin cerrahıyım, yalnızca beyne bakarım. Kalp, böbrek beni ilgilendirmez’ anlayışı hakim. Branşınız ne olursa olsun vücudun genelini muayene etmelisiniz. Hasta yalnızca bedenden ibaretmişçesine bir muameleye maruz kalıyor, ruhu ne olacak? Hastanın iç dünyasına girmek, elini tutmak, gözünün içine bakarak konuşmak, derdini dinlemek tarih oldu. Oysa hekimlik Allah’ın sıfatını sırtında taşıyan, mahlukat içerisinde en mükemmel şekilde yaratılan insana dokunma yetkisine sahip bir meslek. Hakkını vermek lazım.
Son yıllarda doktorlara uygulanan şiddet bir hayli arttı. Bunu neye bağlıyorsunuz?
Birtakım kazanımlar ve istikbale yönelik planlamalar pahasına hekimlerin harcanmasına bağlıyorum. Ayrıca yeterince eğitilmemiş hastalığının ya da kendisine verilecek olan hizmetin ehemmiyetini farkında olmayan hasta kitlesinin de bunda payı büyük. Hangi devlet dairesinde şikâyetinizi şu numaraya bildirin diye bir hat var?
Ama burada mesleğinizin diğer mesleklerden yapısal farklılığı söz konusu. Doktora ‘can’ teslim ediliyor nihayetinde…
Önce can sonra canan. Hasta çok mukaddestir amenna ama benim sağlığım yerinde olmadığı müddetçe hastama da faydam dokunmaz. Öncelikle doktorların huzurunun sağlanmış olması gerekir. Ancak mevcut düzenlemeler hastayla doktoru karşı karşıya getiriyor.
Nasıl?
Örneğin hasta tomografi çektirmek istiyor, doktor gerek olmadığını dile getirdiğinde ‘Seni süründüreceğim!’ tarzı tehditlere maruz kalıyor. Hatta kimileri cebinde şikâyet dilekçesi hazır geliyor. Yahu doktor lüzum görse zaten ister. Ayrıca o tomografiyi çektirirken ne kadar radyasyona maruz kaldığını biliyor musun? Dünyanın hiçbir yerinde bu kadar rahat tetkik yapılan bir ülke yok. Son zamanlarda kısmen sınırlama getirildi. Adam bel ağrısı şikâyetiyle acile gelmiş, illa film çektireceğim diye feryat ediyor. Yahu 20 yıldır belin ağrıyor, yeni mi aklına geldi? Doktor, beyin kanaması geçirmiş hastayı bırakıp seninle mi ilgilenecek? ‘Bugün git, yarın polikliniğe gel.’ cevabını aldığında yapışıyor doktorun boğazına. Aslan kediye boğduruluyor tabiri caizse. İdari bir baskı söz konusu. Zira bazı işgüzar başhekimler ‘yukarıyla’ iyi geçinsin diye hiçbir hasta geri çevrilmeyecek talimatı veriyor. Bu düzenlemeler doktoru mağdur ediyor.
Doktorların bu konuda tavrı nasıl olmalı?
Bu tarz talepleri yerine getirmeyerek tıbbi olarak doğru adım atmış oluyor ama bir yandan da neden gerek olmadığını hastaya anlatması lazım. Ancak doktora böyle bir zaman tanınıyor mu? ‘Ne kadar hasta o kadar para!’ dersen, odaklanılan, hasta değil hasta sayısı olur.
Performansa dayalı bu sistem yeniden gözden geçirilmeli diyorsunuz o halde…
Kesinlikle. Doktor kafasını dahi kaldırmadan hastayı ‘muayene’ ediyor. Günde 100 hastaya bakılır mı Allah aşkına? Başhekimler bu rakamlarla övünüyor. Günde 5 hastadan fazla bakmışsam pilim bitiyor. Çünkü hakkını vererek muayene etmek hastaya zaman ayırmayı gerektirir. Adını, soyadını öğrenmeden, anan-baban kim, nerede doğdun demeden, hangi ilaçları kullandın gibi soruları sormadan hasta baktım denilemez.
Bazı doktorların materyalist yaklaşımla hastasına müdahale etmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Yaklaşamaz, yaklaşmamalı. Zira karşısında sadece bedenden ibaret bir et yığını yok. Ruhu, duyguları, sevinçleri, üzüntüleri olan bir canlıdan bahsediyoruz. Ruhu yok sayan bir doktor olamaz. Öyle olsa ruh hastalıkları diye bir bölüm açılmazdı. Bütün dinlerde insana büyük önem atfedilmiş. Bu bakımdan hekim ister Budist ister Şintoist olsun maneviyatlı olmalı. Hekimlerin inanç yönünden sistematize olması Batı’da önemseniyor. Hatta Amerika’da bir kilise vakfına üyeyseniz, sporla sanatla da ilgiliyseniz diğer doktorlardan on adım önde sayılıyorsunuz.
Kitapta en dikkat çekici konu check up ile ilgili görüşleriniz…
Check up diye bir çılgınlıktır gidiyor. Adam özel bir hastane kuruyor, para kazansın diye dünyanın tahlilini istiyor. Bana da sapasağlam bir hasta getirin, elli tane rahatsızlık bulurum. Hastalığa çare değil, bulunan ilaçlara hastalık bulma felsefesi uygulanıyor. Bir de şimdilerde paranın esiri olmuş, ruhsuz bazı insanlar daha fazla kazanayım diye güzel sesli kızları telefonun başına oturtup günde bin kişiye check up satmaları için çalıştırıyor. Neymiş yüzde elli indirimleri varmış!
Hiç mi yaptırılmamalı peki?
Hiç yaptırılmamalı diyemem. Sadece bir hastalık belirmişse ya da hekim değerlendirmesinde şüpheli bir durum söz konusuysa gerekir. Ama durup dururken gideyim 3 ayda 6 ayda bir check up yaptırayım dayatılmış modadan başka bir şey değil. Ayrıca soruyorum bugün hangi hekim kendisi ya da yakınları için durup dururken check up yaptırır? Rutin tetkiklere elbette karşı değilim. 45 yaşını geçmiş erkeklerde prostat muayanesi gerekir ama bir dönem mamagrofi diye bir şey çıkardılar. Mamografinin kendisi kansere neden olabiliyor. Eşim bile falanca hanım yaptırdı ben de yaptırayım diye tutturmuştu. Bunda ekranlara para karşılığı çıkmış ve check up ile ilgili telkinlerde bulunan doktorların da etkisi büyük. Demek ki hekimliği ikinci plana itilmiş.
Aynı yönlendirmeler antibiyotikler ve ekranlardan pazarlanan ‘bitkisel’ ilaçlar için de söz konusu…
Bazı hastalıklar vardır, sara gibi ömür boyu ilaç kullanmanız gerekir. Ama mesela üst solunum yolu enfeksiyonlarında deli gibi antibiyotik yazılıyor. Hiç gerek yok. Ekrandan pazarlananlara gelince büyük rezalet. Adamlar tıp doktoru diye geziyor ortalıkta. Bu ilaçlar şekere, kansere, felce iyi geliyormuş. Madem öyle tıp fakülteleri kapansın!
Ne yapılmalı?
Gırtlaklarına basılmalı! (Gülüşmeler) Savcı emniyet, bakanlık acilen bu işe el atmalı. Bu dolandırıcılara, çetecilere çok yüksek cezalar verilmeli.
Neden müdahale edilmiyor peki?
Onu bana sormayacaksınız.
Zayıflama ilaçlarının üzerinde ‘Tarım ve Köy İşleri’ ya da ‘Sağlık Bakanlığı onaylı’ ibaresi yer alıyor ama…
O yazıların doğru olduğunu nereden biliyorsunuz?
Biz bilmiyoruz da Bakanlık da mı bilmiyor?
Müracaat makamı ben değilim. Onlara sormak lazım. Ben diyorum ki bir an önce bunun önüne geçilmeli. Bir dönem Başbakan altın çilek kullanıyor diye bir haber çıkmıştı. Bu bilgi üzerinden bitkinin reklamı yapıldı. Halbuki haberi dahi yoktu.
Tıp fakültelerinde artık arada bir de doktor çıkmıyor!
Tıp fakültelerinin görevi uzman değil pratisyen doktor yetiştirmek. Şimdilerde ise hedef TUS’a öğrenci hazırlamak oldu. Rektör, falan üniversite TUS’ta yüzde şu kadar başarılı oldu biz niye olamadık diye dekandan hesap soruyor. Zira üniversitenin prestiji bu sınavda başarılı olmuş öğrencilerin sayısıyla ölçülüyor. TUS’ta pratisyen hekim imtihanı yapılmıyor. Peki hastanın ateşine bakacak, iğne yapacak, nabzını ölçecek, sonda takacak, kalbini dinleyecek, yeri geldiğinde dikiş atacak pratisyen hekimler nasıl yetişecek? Şimdiki öğrenciler sınava hazırlanmaktan dikiş atmayı bilmiyor. Toplumun da pratisyenlere algısı aşağılayıcı yönde.
Kanunlar hastayı görme geç diyor!
Tam gün denilen yasa her gün değiştiriliyor. Takip etmekten aciz kaldım. Hekimleri memurlaştırmaya yönelik bir sistem bu. Sabah 8 akşam 5 uygulaması kabul edilemez. Saatlerce süren bir ameliyata girmişsiniz ve ancak sabaha karşı evinize gitmişsiniz. Kanuna göre ertesi sabah sekizde hastanede olmanız gerekiyor. Daha da vahimi kanun bize yerde yatan hastayı görmezden gelmemizi söylüyor. Yani yolda dili ağzına kaçmış ölmekte olan birini görsem yapmam gereken ilk şey sivri bir aletle boğazı delip açmaktır. Hastanın kurtulduktan sonra neden boğazımı deldin diye bana dava açma hakkı var. Oysa müdahale etmemiş olsam belki de ölecek ama mesai saati dışında hareket ettim ya suçluyum! Hal böyle olunca doktorlarda ne sevgi ne de merhamet kalıyor.
Belki de iki kutu ilaçla iyileşecek ama…
Özel hastanelerde hastane patronları doktorların üzerinde müthiş bir psikolojik baskı kuruyor. Aylık şu kadar ameliyat, endoskopi, anjiyo yap, stent tak gibi hedefler konuluyor. Baksanız belki de hasta iki kutu ilaçla iyileşecek ama biraz daha para uğruna ameliyat ediliyor. Bunları uygulamak istemeyen doktor ertesi gün işsiz kalıyor. Hastanın sağlığı hiçbir şeyle mukayese edilemez. Gerekirse hasta evini satsın ama gereksizse o doktora Allah’tan kork derim.
Kaynak: Zaman.com